25 Nisan 2012 Çarşamba
Insanlık
Nasıl başlayacağımı düşünmeden giriyorum yine konuya. Belki de bu ilk cümlede onlarca kişi vazgeçecekken okumaktan hem de...
Benim derdim binlere hitap etmek değil. Bir bir kurtarmak aslında. Çünkü merak ediyorum bazen gerçekten. Nereye doğru yol aldığımızı gören bu kadar az kişi miyiz biz? Gerçekten neler olduğunu farketmiyor musunuz? İnsanların artık iyice uç noktalarda yaşamaya başladıklarını gören bu kadar az insan mı var?
Kısa bir hikaye anlatmama izin verin...
2008 yılında Knight Online'dan başımı kaldırıp bir süre için salona geçtim. Güzel bir belgesel vardı. Türkler tarafından yapılmış, eski buharlı gemileri anlatıyor. Tabi bu esnada o zamanlardaki gündeme, önemli olaylara da yer veriyor.
Vapurlardaki ilk seyyar satıcılıktan başladı anlatmaya. O zamanlar Burhan Demircan dendiğinde İstanbul'da tanımayan yok. Burhan pazarlama olarak bilinen, 44 yıldır Eminönü vapur hattında seyyar satıcılık yapan Burhan beye kadar her detaya girdi. İnsanların o zamanki vapur "adabına" kadar. Bakın bir vapur adabından bahsediyorum burada.
Biz nasıl ki bugünlerde otobüse hemen hemen aynı insanlarla biniyorsak işe gidip gelirken, o zamanların vapurları da böyleymiş. Birbirine selam veren, hemen hergün aynı yere oturan, görevlisine, büfesine kadar teşekkür eden bir nesil düşünün. Koşturarak vapura binip inen değil, fötr şapkasını tutup hafifçe kaldırarak selam veren, birbirine yol veren nesilden bahsediyoruz.
Bunları gördükçe içim bir hoş oldu. Anlatan adam da kendini öyle güzel kaptırmış ki, belgeseli bulsam defalarca izlerim.
Neyse ki o an geldi... Artık buharlı vapurlar kalkmaya başladı. İstanbul'dan kalkan buharlı vapurlardan "İnkılap Vapuru'nun da İzmir Aliağa tershanesine götürülüşü anlatıldı.
İnsanların İstanbul'da ve Çanakkale boğazında o gemiyi izleyip ağladığı videolar gösterildi. İster inanın ister inanmayın, ben de ağladım.
Neler taşımış, neler yaşamış sizin basit bir teneke yığını dediğiniz o vapur. Ne anarşi ne devrim ne cinayet girişimleri, ne sağcılar, ne solcular görmüş. Ne dalgalara, ne rüzgarlara göğüs germiş bir bilseniz...
İnsanlar, O vapura saygısından sabahın erken saatlerinde kalkıp gidişini izlemiş, çekiciler eşliğinde...
Bugün neye saygımız var diye düşünüyorum?
Yere attığımız çöple görüyorum ki, doğaya saygımız yok.
Anneye bağıranları görüyorum ki, aileye saygımız yok.
Metrobüste koşturan gençleri görüyorum ki, yaşlılara saygımız yok.
Yapılanları beğenmeyenleri görüyorum ki, emeğe saygımız yok.
Hepsini geçtim;
Kendine küfrü yakıştıranı, el-alemin kızına bakanları görüyorum da anlıyorum. Artık kimsenin kendine saygısı yok.
Kızların 3-5 fotoğrafla kendine binlerce hayran yaratabildikleri bir facebook var artık nihayetinde. Aç gençliğimiz sayesinde elde avuçta edinebileceğimiz kız "arkadaşlarımızı" da kaybettik artık. Selam verip "sen de mi hayransın bana?" diye cevap almaya alışmaya başladık. Sanal ortamda sağladıkları özgüven sayesinde kendini dev aynasında gören binlerce kız dolaşıyor dışarda. Aşka, sevgiye, arkadaşlığa saygısı olmayan...
Tüm gün "saçımı nasıl tarasam?" diye düşünen erkeklerimiz var bu sayede. Artık erkekliğin ne olduğunu unutmuş bir biçimde "ortam çocuğu" olmaya çalışan.
Gerçekten kınıyorum. Bugün baktığımızda gördüğümüz resimle 40 yıl öncesi arasında çok fark var. Burhan ağabeyimiz çok güzel ürün pazarlıyordu ama neslimiz bunu yanlış anladı. Afedersiniz ama, kendini pazarlıyor.
Hem görüyor hem de duyuyoruz. Çok yakın bir arkadaşım, babaannesinden bahsediyor. Gençken nasıl fileli şapkalar takarmış, nasıl eldivenleri varmış, nasıl giyermiş o kıyafetleri endamıyla... Dışarı çıkıp bakınca, "ah" diyorum, "keşke o 60'ların, 80'lerin kadınları olsa yine sokakta. Bir erkek bakınca yüzünden ne düşündüğü anlaşılmasa. Yanlış anlaşılma korkusu ile uzun süre bakmasa. Saygılı davranıp tanışmak istediğinde bir çiçek tutuştursa eline..."
Bana geri verin o saf güzelliği, ben de size "yüzüne badana yapılmış" gençlerimizi göndereyim. Siz bize Kurt Cobain'i verin, Justin Bieber'ı gönderelim.
Yollarda bey amcalarımıza selam verelim yine.
Ben o yılları yaşamak istiyorum. Saygıyı görmek istiyorum. Sadakati, aşkı görmek istiyorum. Böyle saçma insanların saçma tripleriyle uğraştırmayın beni. Ben biraz Marilyn Monroe göreyim. Marlon Brondo izleyeyim birazcık. Western filmlerine bakayım. Plaklarda şarkılar dinleyeyim. Doğal hayata döneyim yine. İnsanların birbirlerini resimleri yüzünden değil, kişilikleri yüzünden beğenildiği zamana gideyim.
"Okumayan, araştırmayan, gezmeyen bu toplumun bir bireyi olmak istemiyorum.
Ben milliyetçiyim, ülkem en iyi olsun istiyorum.
Ben hürriyetçiyim, ülkem en rahatı olsun istiyorum.
Ben tarihçiyim, ülkem unutmasın istiyorum.
Ben ilericiyim, ülkem geleceğine yapsın yatırımı istiyorum.
Ben hümanistim, ülkem insanına değer versin istiyorum.
Ben hayvanseverim, kedi köpek taşlamak kimseye iyi hissettirmesin istiyorum.
Neyle doldurulur bu insan denen kap ben biliyorum. Ne yer, ne içer, neyle beslenir ben biliyorum. Ama hazmi kolay her şeyi seçer insan onu da biliyorum. Zorlanmaya gelmez, kolayına kaçar, tembelleşir, görüyorum. Ve ne alırsa başta, onu verir sonunda. Neyle beslenirse, onu çıkarır karşına.
Ben hepinizde varım biraz ama siz "vicdan" ne demek pek bilmiyorsunuz. Ben hepinizde varım da siz içinizde olduğumu bilmiyorsunuz. Ben hepinize söz geçiririm de siz rahatlıktan vazgeçmek istemiyorsunuz. Siz sadece sizin işinize geleni yapıyor, sadece kendinizi düşünüyorsunuz."
Etiketler:
agony,
insan olmak,
insanlık,
mirror,
mirror agony,
mirror of agony
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
yazıların çok iyi bence,devamını bekleyeceğim.
YanıtlaSilTeşekkürler dostum, güzel düşüncelerin bizi daha çok yazmaya sevk ediyor
Sil