27 Nisan 2012 Cuma

Uyumak


Ne yoga, ne meditasyon, ne ilaç ne de benim bilmediğim farklı bir yöntemle olmayacak bu iş. Sinirleniyorum elimde değil.  Benim gibi düşünenler için sormak istiyorum, merak ediyorum pes mi etmeliyiz?

Atalarımızın bize bıraktığı mirasa göz atarak ve oluşumun kademelerini takiben başlayalım. ..


Osmanlı Devletin'de yaşanan savaşlara bakıyorum, onurla gururla çarpışmışız, korkusuzca. Vatan için, toprak için, milletimiz için. Nedeni ise onların da atalarından gördükleri ve memleketin, toprağın değerini bilmeleri. Nedenini biliyorlar çünkü cenkle aldılar topraklarını, canlar, kayıplar vererek. Ben kabul ediyorum bu konudaki eksikliğimizi. Babam derdi ki “Siz daha bir kez para için çalışmadınız, mal değeri bilmiyorsunuz.” Şimdi anlıyorum ki haklıymış. Ama benim için söylemiyorum, milletim için söylüyorum. Hem de açıkça… “Biz mal değeri bilmiyoruz.”

Yaşadığımız sorun bu şimdi. Elimizdekinin değerini bilmiyoruz. Batılılaşma hareketlerimiz yanlış olduğundan mıdır? Özentilikten midir? Bunları da istediğiniz gibi tartışın, tartışalım. Ama bana sorarsanız yersiz, gereksiz. Tabii ki farklı görüşler de haklı çıkabilir. Batılılaşma demek 16 yaşında kız ile erkeğin birlikte olmasına eyvallah demekse, batılılaşma demek babanın karşısına çıkıp da “babalık geceyi dışarıda geçiriyorum” diyebilmekse, batılılaşma demek “selam kardeşim, nasılsın?” yerine “ne haber moruk?” diye sormaksa tamam, siz haklısınız. Ağzımı açmıyorum. Ama bir insandan, kuruluştan, ulustan ya da basit bir hayvandan herhangi bir alıntı yapacaksanız, sadece iyi yanlarını almanız gerekir.

Modernleşeceğiz derken bize bırakılan değerleri kaybetmemeye özen göstermek gerekmez mi? Başkasından önce aile dinlenmez, büyüklere saygı gösterilmez mi?

Yanlış bence şu noktada… Desteklenmemesi gerekenler destekleniyor. Medya yanlış kullanılıyor. Türk insanı değer verilmesi gerekene değil, değer arayana değer veriyor.

Soruyorum size, çok mu gerekliydi Ajdar? Ya da Esra Ceyda kardeşler çok mu önemli bizim hayatımızda? İzdivaç programlarında 15 dakikada tanışıp evlenmeye karar veren insanları izlememiz gerekiyor mu cidden? Ya da herhangi bir dizide üne kavuşan, tutulan bir oyuncuyu derhal apar topar başka bir diziye mi almak gerekli?

İnsanımızın (tahminen) %60’ı her akşam TV izliyor diyelim. Bu insanlar ne izliyor, biz ne izlemeye mahkum bırakılıyoruz? Değerlerimiz nerede kaldı ve medya değerlerimize ne kadar değer veriyor? Bizler değerlerimize ne kadar değer veriyoruz?
Diziler bize ne veriyor? Tabii ki eski üstadlarımızın yazdığı naçizane romanları ayrı tutmak kaydıyla düşünürsek. Her bir diziyi size tek tek analiz edebilirim. Eminim ki gerek yoktur, siz de düşününce bunu yapabiliyorsunuz. Ne gerçek aşk var ne gerçek polis ne de gerçek tarih… Tamam geçelim hepsini. Neden bir CSI New York yok? Arka Sokaklar ve yeni başlayan Kanıt (sanırım adı buydu) dizileri neden CSI’ın yerini tutmuyor?  Neden ülkemiz dizilerinde bir LOST yok? Neden bir Prison Break çekilmedi?

Ben söyleyeyim nedenini… Nedeni sadece tembellik bana göre. İnsanımız kalite aramıyor ki. Yani siz bir lokanta işletiyorsunuz ve yandan kalamar, iskender,  mantarlı dana jambon gibi sofistike yemekler sunuyorsunuz. Yanınızdaki ocakbaşında da lahmacunlar, kokoreçler pişiyor. Arada muazzam bir kalite farkı var ancak orası doluyken siz boş oturuyorsunuz. Üstelik iki tarafın da fiyatları aynı. Düşününce yapmanız gerekeni anlar ve siz de ocakbaşı açıp o güzelim masa düzenlerinizi, tertemiz takım elbiselerinizi kenara bırakır paçaları sıyırıp ocakbaşında ateşe odun atarsınız. Çünkü amacınız müşteriyi çekmektir ve müşteri sizin yaptığınız dünyalar güzeli yemekleri yemez.

İşte ülkemizde durum bu. Bir kurtlar vadisi yapıldı, Türkiye’nin kısmen gerçekleri gözler önüne serilsin diye… Bir gün sonra kabadayı gibi yürüyenleri gördük, Polat gibi konuşmaya çalışanları, biz racon değil kafa keseriz diyenleri… Bu muydu amaç sizce? Hayır, kesinlikle değildi. Ama insanımız bunu seviyor işte.

Siz Susan Boyle’i getirin, şarkı söyleyip herkesi ağlatsın, milletin dibini düşürsün, alkışlarlar. Ama bir de Ajdar’ı koyun karşısına ve bekleyin, göreceksiniz ki seyirciler dans edip, “ayakta” alkışlarlar. Çarkıfelek programına çıkan Esra – Ceyda kardeşlere soruldu “Damlaya damlaya göl olur ne demektir?” Alınan cevap “İyi bir şey. Göl olur, deniz olur severim ben.”
Bakın bu kısım kişiyi ilgilendirir. Bilmiyordur vesaire, sorun değil. Ama bu cevap alındığında seyircilerin gülüp alkışlamak yerine ayıplaması gerekmez miydi? Sen ki Türk evladı daha atasözünün ne anlama geldiğini bilmiyorsun diye sorulmaz mıydı? Ajdar’la dans edileceğine, “Sen halkına bu şarkıları ve bu dansı mı uygun gördün?” denmez miydi?

Suç ne oraya çıkan da ne de oraya çıkaran da. Suç sen de, ben de, onları izleyenler de. Orada seyirci olup onları alkışlayanlar da, onlara gülenler de. Tepki vermeyi bilmeyenler de. Uyumaya devam edenler de…

Gençlik dizileriyle, parlak yüzlü dizi oyuncularıyla, mini etekli şarkıcılarımızla gelip geçiyor zaman… Televizyonu açıp gözlerimiz açıkken uyuyoruz ülke olarak. En değerli “bilgi – eğlence” platformumuzu gün be gün kaybediyoruz böylece…

Bu gidişle daha çok bekleyeceğiz izlemek istediğimiz dizileri, duymak istediğimiz şarkıları. Hoş,  dizi izlerken iki kişi öpüşse bu tüm gazetelere manşet oluyor ya… Çok bekleriz biz “çağdaş, öncü, radikal” dizilerimizi. RTÜK ne der?

Yok arkadaşım. Kabulleniyorum ki yok… Benim bu ülkeye zerre faydam yok. Senin var mı?

Aldığım televizyon Sony,  Türk yapımı değil. İzlediğim kanal National Geographic, Türk kanalı değil. İzlediğim program sadece belgeselden oluşuyor, Türk belgeseli değil. Belgeselde geçen yer Afrika’dan Vatikan’a kadar uzanıyor, Türkiye değil… Üzerindeki son kullanma tarihi değiştirilmiştir belki diye yediğim konserve yiyecekler Türk yemeği değil.

Ne faydam var? Gider yurtdışında yaşarım. Onların her şeyiyle uyuşuyorum nihayetinde. Bakış açım aynı, dil bilgim yeterli… Daha ne isterim? Aynı dilden olup da anlaşamadığım insanlar var desem kim inanır?

Beyinler bu düşünceyle göçüyor işte ülkemizden… Bu yüzden karanlığa batıyor Atamın bıraktığı topraklar. Ne politikacı, ne şarkıcı, ne oyuncu… “Benim” diyenden uzağım artık ben. 75 Milyonda tek başıma yaşarım da katılmam doğru olmadığını bile bile bir topluluğa…

Mevlâna’mdan;
Yüzde ısrar etme doksan da olur,
İnsan dediğinde noksan da olur,
Sakın büyüklenme, elde neler var,
Bir ben varım deme, yoksan da olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

uyan-uyandır